16 Şubat 2013 Cumartesi

Duygu ve muhabbet taşıyan bir gezgin


Duygu ve muhabbet taşıyan bir gezgin
İZ TV’nin sevilen ekran yüzü Serkan Ercan, 10 yılı aşkın süredir gezi programı ve belgesel yapıyor. Aynı zamanda Altın Portakal ödüllü bir oyuncu olan Ercan, bu ay Türkçenin izinden gidiyor
Hayalinin peşinde koşan adam: Serkan Ercan
Göçmen bir ailenin çocuğu olan Serkan Ercan, 1975 yılında Amasya’da doğdu.1999 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümünü bitirdi. Mezun olduğu yıl, Şafak Bakkalbaşıoğlu’nun TRT için yaptığı gezi programı “Kaçış Planı”nı sunarak Türkiye’yi il il gezdi. Mezun olduktan sonra Dormen Tiyatrosu ve Devlet tiyatrolarında oyuncu olarak rol aldı. “Peri Tozu”, “Anlat İstanbul”, “Gölge” ve “Gişe Memuru” isimli sinema filmlerinde ve “Kaygısızlar”, ”Yılan Hikayesi”, “Bir İstanbul Masalı”, “Eşref Saati” isimli dizilerde boy gösterdi. “Gölge” filmindeki başarısıyla, 15. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülünü alırken, “Gişe Memuru”ndaki rolü, ona Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandırdı.
Balkanlar ve Batı Anadolu, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde, büyük göçler, kültürlerarası güçlü bir iletişim ve dolayısıyla müthiş bir dil zenginliği yaşadı. Ülkeler arasındaki sınırların belirlenmesinin üzerinden 100 yıla yakın bir zaman geçmesine karşın, komşular arasında bazı bölgelerde dilbirliği devam ediyor. Bu yıl, “Gişe Memuru”yla En İyi Erkek Oyuncu dalında Altın Portakal’a layık görülen Ercan, “Sadece Türkçe” projesiyle, ilimizin konuşulduğu coğrafyalara yelken açıyor.
Bir karakteri canlandırmak, oyunculuk mu sizi daha çok cezbediyor, yoksa belgesel yapmak mı?
Oyun ve oyunculuk hep ilgimi çekti aslında ve zaman içinde bunun için kendime fırsatlar yaratmaya çalıştım. Bu fırsatların sonucunda, 1995 yılında konservatuara girdiğimde, bulunmak istediğim yerde olduğumu düşündüm. Sonra anladım ki, oyuncu olmak için okulunu okumak şart değilmiş. Keşke ilgimi çeken başka bir şey okusaymışım, oyunculukla nasıl olsa ilgilenirmişim. Oyunculukla programcılık birlikte ilerledi hep. İlk gezi programını yapmaya 1999 yılında başladım, konservatuvardan mezun olduğum yıl yani; o yıldan beri sinema, tiyatro, televizyon ve gezi programları birlikte gitti. Kendi meraklarımın peşine düştüm ve gittiğim yerlerden o merakla edindiğim duyguyu ve muhabbeti insanlarla paylaştım. Galiba insanlar da bunu sevdi.
Dil bağını temel alan “Sadece Türkçe” projesine nasıl bir hazırlık yaptınız? Gideceğiniz bölgelerdeki lehçelerle ilgili bir araştırma yaptınız mı?
Yola çıkmadan önce her gittiğim yerin konuşma kılavuzunu alıyorum ilk olarak. Neredeyse tüm Balkan ülkelerinin konuşma kılavuzları var piyasada, aklınızda olsun. İhtiyacım olabileceğini düşündüğüm kelimelere biraz göz atıyorum ve gerisini muhabbetin akışına bırakıyorum. Zaten gittiğimiz yerlerde insanlar bizi ve derdimizi anlamaya o kadar açık ki, bizim gibiler yani... Biz de dilimizi bilmeyen bir yabancıyı gitmek istediği yerin kapısına kadar götürmez miyiz, onlar da öyle işte! İşimiz zor değil o yüzden, en azından şimdiye kadar gittiğimiz Makedonya, Yunanistan ve Romanya’da iletişim kurmakta zorlanmadığımızı söyleyebilirim.
Ortak bir tarihimizin bulunduğu bu coğrafyalara daha önce gitmiş miydiniz?
Yunanistan ve Macaristan’a gittim. Yunanistan seyahatimiz Santorini’ye olduğu için anakarayı transit geçmiştik ve pek görme fırsatım olmamıştı. Macaristan’ı daha ayrıntılı hatırlıyorum. 2000 yılında dört arkadaş trenle gitmiştik; hayatımın en güzel yolculuklarından biriydi. Budapeşte’de kaldık birkaç gün, sonra birçok Osmanlı eserinin de bulunduğu Pecs ve Zigetvar’a gittik. İki dilde de aynı anlama gelen bir cümle vardı hatırlıyorum, Macarlarla birbirimize söyleyip söyleyip gülerdik: “Cebimde küçük bir elma var.”
Belgesellerin çekimleri sırasında yaşadığınız en ilginç şey ne oldu?
Galiba en ilginci Gümülcine’de Yunan gizli servisi tarafından takip edilmekti. Onlar Yunanistan seyahati boyunca peşimizdelermiş gerçi ama biz Gümülcine’de fark ettik. Galiba çekim yaptığımızı izinlerimiz dolayısıyla bildiklerinden, başımıza ters bir şey gelmesin ve ülkeden sorunsuz ayrılalım diye yapıyorlar. Çünkü fark edildiklerini bilmelerine rağmen hiçbir engel ya da müdahalede bulunmadan izlediler sadece. Filmlerdeki gibiydi hakikaten, nereye gitsek geliyorlar, lokantada yan masadalar, arabaları ya önümüzde ya arkamızda falan, heyecanlı ve aksiyonlu bir gezi oldu sayelerinde.
Tarihi eserler içerisinde sizi en çok hangisi etkiledi?
Romanya’da Transilvanya bölgesinin en eski kentleri olan Braşov ve Sigişoara’daki yapılar inanılmazdı. Avrupa’da Ortaçağ’dan beri içinde hâlâ insanların yaşadığı bu en eski kentler, tarihi bir filmin seti gibi resmen. Gözünüzün gördüğü her yapı -ki çoğu restoran, bar ya da otel olmuş durumda- 1200-1300’lü yıllara tarihleniyor ve hâlâ ayaktalar. Özellikle gece aydınlatıldığında şato ve katedraller çok göz alıcı oluyor.

Sizin için en anlamlı ziyaret hangisiydi?
Köstence aralarında en önemlisi çünkü ailem oralıdır. Balkan göçmeni bizimkiler, dedelerimiz oradan gelmiş. Oralara gitmek hayalimdi hep ama bir türlü fırsat olmamıştı. O yüzden bu gezi programı işini çok seviyorum. Hem her yeri gezip hem de hayallerimi gerçekleştirebileceğim bundan daha güzel bir iş düşünemiyorum; buna ‘iş’ denirse tabii.
Gezi programı yapmak sizin karakterinizle örtüşüyor, ekrana yansıyan görüntüye bakarsak. Siz seyahat etmeyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Çocukluğumdan beri ‘oyun, müzik ve seyahat’ üçlüsü hep çekti beni. Seyahat etmek en eski tutkularımdan biridir. Çocukken haritayı önüme alır, gittiğim birkaç yere şöyle bir bakar ve gidilip görülecek koca bir dünya var, şimdi gezmeye başlasam ömrüm yeter mi diye düşünürdüm. Çocuk aklı işte... Halbuki ömür her şeye yeter, yeter ki sen evde oturma dışarı çık. Çok eski bir Çingene atasözü vardır, çok severim, der ki; “Evde oturan adam ölür.”
Bu ay Turkmax’ta “Gişe Memuru”nu da izleme fırsatı bulacağız. Siz de bu filmdeki performansınızla En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldınız. Siz, bu filmi son dönem Türk sinemasında nasıl konumlandırıyorsunuz?
Bence Türk sinemasına süper bir kuşak geliyor. Birbirlerinin başarılarından keyif alan ve dertleri kendi hikayelerini anlatmak, kendi farklılık ve yeteneklerini ortaya koymak olan yeni bir kuşak. “Gişe Memuru” da tüm ekibiyle, son dönemde vizyona giren ve göze çarpan birçok yeni film gibi bu kuşağın ürünü. Tür açısından biraz karışık ve zor tarif edilir bir film olsa da başarılı bir örnek olduğunu düşünüyorum. Sinemada kaçıranlara izlemelerini tavsiye ederim, vakitleri boşa gitmeyecek, emin olsunlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2013. Digitürk Beşiktaş - İletişim e-mail: seo.istanbul.tr@gmail.com
Template Creating